11 Temmuz 2014 Cuma

Giriş Hutbesi



Bir önsöz, marş ve hoş geldin şarkısı.. Tanrı'nın tarihi geçmiş selam'ıyla, kaybeden çocuklarına..Düşünme organı olarak karaciğerini kullanan,  akciğerlerine dolan dumanlarla aşk yaşayan,

üzüntüleri midesine vuran -terimsel asla- irrasyonel insanlara..

Her sonun beter bir başlangıca gebe olduğu iklimsiz coğrafyamızda nefes almaktan aciziz hepimiz. Kırılan kanatlarınıza telafi masajlar yapabilmek için kovuldum tanrı'nın kollarından. Yalnızlığınıza ektim bütün rengi mat çiçekleri. Tohumsuz, Yapraksız.
Kelebekten kısa olmasa da şekilsiz hayatlarımızın hayali soluk ve vücut sıcaklığımızdan soğuk gecelerinde hissedebiliyorum hepinizi.. Çocukluğumuza duyduğumuz özlem, şimdimizin ağzını sımsıkı kapatıyor, gözlerimiz gelecek zaman kiplerimize kapalı. Sessizliğimize gömüyoruz geleceklerimizden kopup düşen her saniyeyi. Çocukken uyutturucu olarak kullandığımız masallarımızı yalanlarla boyadılar. Büyüdük. Bundan sonra son sandığımız her uçurumun sonunda biraz daha öleceğiz. Birkaç milyon kere daha belki. Ölmeye ölmeden önce yaşamaya öleceğiz.  Kuruyan dallarımızdan bir meyve, bir ses bekleyecek herkes. Hiçkimseyi umursamamaya devam edeceğiz, nefrete dönüşecek an be an. Şah damarlarımıza saplı her şarapnel gün aşırı kalabalıklaşacak.
Umudumuz yok, evet. Ve bu şekilde aldığımız her nefeste elbet bir gün umutlu insanlar olacağız umudunu taşıyoruz. Metanete perçinledik patlayan damarlarımızı.Yağmurlarda ıslatıyoruz benliğimizi, yeni bir umut yeşerir diye.. Ama her seferinde yeniden yerçekiminin faulüyle düşüyoruz, tanrı görmüyor. Tanrı bizden daha sağır, daha dilsiz. Açılan ellerimiz güneşe yakalanıyor, parlayan kan kısıyor gözlerimizi biraz daha.  İltihaplı düşünceler midemizi bulandırırken bilinçaltımız düşüyor üzerimize. Kaybettiğimiz düşü arıyoruz içinde, bilinçaltımız ören yeri, delik deşik, kırık dökük, kan kan.. Çıkış yolu olmayan vedalar yazıyoruz kendimize, oynayamıyoruz. Uzanamıyor ellerimiz vedalara. Elveda diyemiyoruz. Boka batmış insanlarız. Tımarhane özlemiyle yanıp tutuşuyor ruhumuz. Park edemiyoruz hiçbir psikolojiye..

Ölmeden birkaç saniye. Bazen huzura beş kala.

Perdeleri kapatıyoruz güneşe ve sıkıyoruz dişlerimizi..

Travmatik realitenin çığlıklarına yumulu gözlerimiz, dilek dilemek riyakarca.

Dualar da yeni çağın masalları gibi, saf yalan ve hiç saf değil.

Kalbimizin kırıkları avuç içlerimizden taştığı gün,

Belki bir gün,,

Makas nabzımızı bileğimizden kontrol etmek ister,


Cesedimiz aldığı nefesi geri veremez, ve bizler, gerçek birer “ben” oluruz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder