Şafak saatleri,
Gün doğumundan beş sıkışma öncesi.
Ezanla gitsen yıkılacaktı camiler, kiliseler çana küsecekti.
Hahamlar yaktırmayacaktı 9 kollu şamdanları. Budistler, meditasyon yaparken acısına acı
katacaktı. Kutsallık sondajlarında yaratıcıyı bulamayacaktık.
Ama sen,, sessizce gidince,
sustu bütün şarkılar. Kan kustu sanatın her dalı.
Hıçkırmaktan konuşamadı piyes, pandomime bıraktı saltanatını. Ağlayamadı mutsuz
biten bir filmde başrol. Resimler sıradanlaştı. Bütün ressamlar canlı
renklerini kaybetti. Siyah kağıtlar üzerine siyah cümleler kazıdı bütün
şairler. Sahne çok üşüdü. Seyirciler izledi olan biteni, kanları donmadan. Alkışladılar
anlam veremedikleri tabloyu, yüzlerinde –aman- bozuntuya vermeyen tebessümleriyle.
Gözbebeklerinde saklayamadı bulutlar seni, ağladılar
sağanak. Bir tek doğa bilirdi ayrılığın bünyeye etkisini. Bir tek sonbaharda dökülen yapraklarına
çaresizce bakan ağaç hissetti ayrılık hızının dinmeyen rüzgarını. Vedanın sebep olduğu savruluşu rüzgar anladı
her lodosta.
Sığınağımın camlarına pusular kurdum bense, Odamın duvarlarına kazıdım ayrılığın
sırlarını. Acımı pay ettim sonbahar aylarına.
Acımasızdı doğa olayları, eş değer gördüm kendime. Çiviyi çiviyle
kanattım, kulaklarıma deep purple, “Soldier of fortune” fısıldarken. Levhalarımda sadece çivi alayının izleri
kaldı.
Son umudumla birkaç boy büyük aşk almıştım, seneye de
severim diye. Öyle büyüdü ki aşk’ım, yalnızlığımın sevecen kollarında. Hiçkimse
gözümde bu kadar büyüyemez ve bu aşk herkese bol gelir artık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder