27 Mart 2015 Cuma

Kayıp Bedenlere Siren Zikiri | Dumanaltı Edebiyatı Sayı:2


Ciğerlerimde ölüme terk edilmiş ne varsa dumanla ört bas ettim. Her yutkunmamda vücudumun bilmediğim bir yerinde daha çığ vakası… Hiç bilmediğim bir yerlerden daha alıyorum toprağa gömülü ölülerin vitaminini… Pulmon sokağı yine tükürüğe teslim, sokak lambalarından bağırsaklar sarkıyor. Plasebo’nun daha fazla kandıramadığı bir kelebek, altıda altı bir revolverle rulete, yirmi üçüncü saatinde yenik düşüyor.  “Dur” cevabından nasıl da kısa, nasıl da ani, nasıl da “tuzak bu”yla geri sekiyor ucube peri.  Mikro sanrılar, insan bedenlerinde kabuk hastalığı olarak beliriyor; tıp bilimine karşı apansız bir mücadele, kulakları sağır eden çığlıklar ve hem deliren hem delirten melodram görüntüleri…
Sırtlara koşan delici aletler, onları koşturan seri katiller ve hiçbir yere yakıştıramadığım çoğul ekleri çekimliyor acının, birinci tekile iyelik hâllerini. Otonom burukluk, tekmeliyor sandalyesini metânet diktatörlüğünün.
De Sadê’yi şiddet karşıtı eylemlerde tanıdım ben.  Ceplerindeki kını saksılarına ekilmiş kaktüsleri, delil olarak -kızgın tokmaklarla- kazıdılar göz çukurlarına. Ressamların kara kalemle çizdiği palyaçoları ucuz masallara kahraman yaptılar.  İnsanlığın en yüce değerlerini kanibalistlere sattık.
İkibinseksende bile hâlâ gecelere toksin enjekte eden akrebin tik taklarına bağlamışız günleri… 
Karşımızda- perdesi çivili bir pencere...
İçeride- Kafein esintisi, ritim bozukluğu, ciğer saplantıları…
Dışarıda- Cevapsız dua, duran saat, kırık sürahi, akan su ve yine akan su…
Ve hepsinde-
Çirkin yüz ifadesi, kan kokusu, stimulan kayıplar, sıfatsız adlar, yüklemsiz cümleler…