4 Ekim 2014 Cumartesi

Dileklerimin yıldızlara ağır gelmeyeceği bir "the end" tutuyorum ellerimde

Bu aralar zihnimde dolaşan harfler bir araya gelip hece oluşturmaya, heceler birbirlerine sarılıp kelime olmaya diretiyor. Cümle kuramıyorum.
Özne yok, nesne yok, yüklem yok, hece yok, sen yoksun, ben yokum...
...

Ayağından geleni ardına koyup gitmeseydin, içtiğim kahvelerin telvelerinde seni bulabilirdi falcılar. Şimdi hayat maratonunun bana ayrılan çizgisinde,, yolunda gittiğini düşünen her şey, varış çizgisine 100 metre kala yanlış yolda olduğu söylenerek geri çeviriliyor.
...

Sadece senin hakkın gizli kaldı bu vedada. Senin haklı yanının hegemonyasında ezildi sabahlarım.
...

Bulutları benden saklayan bu yakarıştan geceyi keseceğim. Düşsün yıldızlar, gökte ay küssün bana. Sabaha verebileceği hiçbir şeyi kalmasın gecenin. Sabahlar da öğrensin veda etmeyi geceye ve gece de veda sonrasında güçlü kalmaya çalışmayı. Gri kalsın gökyüzü.
...

Şarkısı dudaklarında yarım kalsın bir ağustos böceğinin.

Ben nefes almakta zorlanırken, tavanımdan öyle sessiz, öyle mahcup ve öyle kırılgan bakma bana acı.

Sen de biteceksin.
İki slashle birbirlerinden ayrılmış kelimelerin oluşturduğu bir tarihte senin de bileklerinden kan süzülecek.
Sen de tadacaksın vedayı.

O gün; ne sana uzak ne bana ne de bugüne-yarına..
...

Dileklerimin yıldızlara ağır gelmeyeceği bir "the end" tutuyorum ellerimde.
Dişlerimin arasında sıkıyorum her saniyeyi...