Amerika'nın birleşik olmayan devletlerinden birinde yaşayan bir gençti, Bilinmez. Evet, ismi yoktu. Koyduklarında O'na sormamışlardı çünkü. Her güne yeni bir isimle başlaması için bir sebepti bu. Ve yaşadığı coğrafya da buna benzer bir sebebin sonucuydu. Claris tarikatına mensup bir siyahi, Avrupalıların azınlıkta olduğu bölgelerde bir Kreol'du. Asla "hep" olmayı düşünmedi zira "hiç" olmak her zaman daha huzur vericiydi. Hayatı bir destandı Bilinmez'in.
"Çok", içinde "tek"i barındırır mı bilinmez ama Bilinmez'in hem mitolojik tanrıları hem de inandığı kutsal kitabın tanıdığı tek bir tanrısı vardı.
Gerçeği düşleriydi, ismine eşdeğer. Bazen neyi düşlediğini bile bilemezdi. Yazardı düşlerini defterine. Kaleminin defterini hırpaladığını ve ağlattığını düşünürdü hep, bunu bile dert ederdi kendine.
Hırçın dalgaların koyu yumrukladığı bir sabah, olumsuzluk eklerinin çığlığı karıştı düşlerine. Kesip atamadı mukavva ekleri, kendine bir ölüm yazması gerektiğini düşündü o an. Olumsuzluk ekleri, bilekleriyle yer değiştirmeliydi. Hayatının geri kalanından kendini sakınarak daha ne kadar yaşayabilirdi ki? Kader'e inanmasa da kendi kaderini yazdığına inanırdı. Kaderini yanlış yazmaktan zevk alan insanların varlığına da. Ki bu insanlar, levitasyonu ölüm sanırlar.
O'na göre insanlar çok normaldiler; katiyen biat etmiyorlardı deliliğe.
Bilinmez, son bir sigara yaktı.
Son mektubunu yazarken; kendine son bir isim koydu Aemulus.
Putlar devrildi birden, Tanrı can çekişerek öldü.
Başbaşa kaldı hayatla, son anında.
Ve bomboş bir sayfanın altına attı imzasını.
-Aemulus-
28 Temmuz 2014 Pazartesi
22 Temmuz 2014 Salı
Yeryüzünde batacak var
Kendimi bulmam gereken zamanlarda; üçgenin bilinmeyen açılarını bulmaya çalıştım,
kahrolası dağların denize konumunu ezberlemek zorunda bırakıldım. Budalaların
önünde ceket iliklemeyi lisede öğrettiler bize. Kimileri, açamadı ceketlerinin
önlerini sonra, başlarını kaldırıp bakamadı dünyaya. Kanatlarımızı sakladı cani sistem, geç farkedenlerinkini kopardı.
Onlara göre uçması gereken şey sadece uçurtmaydı.
Ve,,
O da, tellere takılırsa büyük günahtı.
Uçmaktan korkardı insanlar. Cehennemde yanmaktan, para kaybetmekten, saygı yitirmekten, sevgi ve aşk kavramlarının gerçeğini öğrenmekten, öğrendikleri gerçekleri öğretmekten: Her şeyden, herkesten.
Önümde bir deniz var şimdi. Ve bana ait -gemisiz,kaptansız- kocaman bir liman. O limana dönmeyen gemilerin kaptanlarından kesilmişti umutlar çoktan..
İki bedenle inşa edilirdi gemiler tersanede, bu gezegende.
Şimdilerde bulamadıkları rotalarına henüz girmeden önce. Kaptanlar, batmayan
gemilerin içinde, düşünceleriyle alabora oldu belki. Belki bu yükü taşıyamadı
gemi,, zira yanlış öğretilen hayatın bütün halleri bulandırırdı,dalgalandırırdı
denizi.
Yada,,
Belli ki kaptanlar hiç sığdıramadı gemilerine bizi.
Rüzgar bu kadar hızlı esmeseydi,,lerle başlayan olmamışlı ve
keşkeli düşünceleri yakıp attım denize.
Bir zaman sonra külleri marmara’yı süsleyecek olan bedenim gibi.
Ardımda bırakıyorum aldığım otobüs biletiyle herşeyi. Acıdan
başka bir şey hissetmediğim yıllarım bile özlenecekmiş gibi geliyor gözüme.
Şırıngaya bir doz çekip sızdırıyorum damarlarıma. Yatağımda kusarken, güzel kadın perdeleri açıyor. Dudaklarını
ısıran çekingen gülümsemesine bırakıyorum kendimi.
Öğretilerin sahte olduğu coğrafyanızda, psikolojimin her
zerresi üşüyor.
Kaptan,,
Yeryüzünde batacak var.
19 Temmuz 2014 Cumartesi
En masum katildir Dolorita
Hüznün ve acının binbir rengi gizli Dolorita’nın göz
kapaklarında. Aktığında gözyaşları, yerçekimine
yenik düşer en gerçekçi maviler. Uyumak için yumduğunda gözlerini, gecenin karanlığında bir siyah daha belirir, gösterir
yıldızlara siyahın tonlarından yaptığı gökkuşağını. Renklerden alacağı yoktur
hiç, verdikleri ise mutlu edemez alacaklıyı. Uyumaz Dolorita, Ağlamaz. Sır gibi
saklar acılarını. Siyahlar büyütür içinde, kusmaz kimseye. Kusamaz
kalbindekileri. Kabuslarından korkardı
belki, daha korkulur olmasaydı gerçeği. Dolorita,kendini bu çöplüğe ait hissetmez.
Hissettirmez aldığı her nefes. Zaman üç
maymunu oynadığında arınır giysilerinden. Yaralarına bakar. Tek silahı olan
kalbini biler kabuk bağlamış yaraları, bastırdıkça üstlerine. Mazoşist
sabahlara uyanmak için sıyırır kabuklarını. Kalbinden akan kanda boğulan
hislerine can simidi atar masum katil. Kimseye söylemez, gözlerine bakmayan
kimse anlamaz, evren sormaz, Tanrı sorgulatmaz, cam bulutları şimşekler
kırmadıkça yağmurlar hissetmez. En büyük
zaferleri alır bir başkasının kalbine girdikçe hançerleşen kalbi. Karşısındakini gömer bilinmezliğe. Acısını pay
eder. Paylaşımcıdır Dolorita. Acısı, acımasızlığıyla doğru orantılı. Her
kalpten kan alır ama gruplar hep farklıdır, uymaz kendine.
Duyu organlarıyla sarhoş olur Dolorita,
“Kayıp” olur birini umursadığında.
Tebessüm eder tanrı’nın yeryüzündeki ortaklarına.
Eğilmez hayat masalının önünde,
Hiç susmaz kalbi ama ağzı her daim kilitlidir.
Gün gelir,, Galeno alır nasibini hançer salvolarından, bu en
tatlı pususudur Dolorita’nın.
En tatlı ölümdür Galeno için aşk,
En savunmasız anıdır kalp kapakçıklarının.
En görünmez yerde satar ruhunu yalnızlığa.
Kanamak,,
En eski filmidir İspanyol kaldırımlarının,
En uykusuz nöbettir Galeno için bu bekleyiş,
En masum katildir Dolorita.
Y.B.K.T / A.U 2015
Önümüzdeki kış mevsiminin ölümüyle birlikte raflardaki yerini alacak olan 2. Kitabım Y.B.K.T /A.U 'nun taslağını tamamladım, edit aşamasına geçiyorum. İlerleyen günlerde -yine bu sayfadan- görsellerini ve tanıtım metinlerini yayınlayacağım.
"Ve
Beni,, bu kadar bekletmiş olmasına rağmen,
Zeytin dalı uzattım yalnızlığa.."
Eriyince | Dipnot
"Eriyince"ye
Kredi kartı gerekmeden -kapıda ödeme ile- sahip olabileceğiniz tek resmi nokta:
http://www.favoriyayinlari.com/kar-eriyince_91.html
Almanya içi siparişleriniz için:
http://www.tikla24.de/kitap/gurkan-devecigil/kar-eriyince/
Avrupa:
http://www.kitapyurdu.eu/kitap/eriyince/996538.html
14 Temmuz 2014 Pazartesi
Bu aşk herkese bol gelir artık
Şafak saatleri,
Gün doğumundan beş sıkışma öncesi.
Ezanla gitsen yıkılacaktı camiler, kiliseler çana küsecekti.
Hahamlar yaktırmayacaktı 9 kollu şamdanları. Budistler, meditasyon yaparken acısına acı
katacaktı. Kutsallık sondajlarında yaratıcıyı bulamayacaktık.
Ama sen,, sessizce gidince,
sustu bütün şarkılar. Kan kustu sanatın her dalı.
Hıçkırmaktan konuşamadı piyes, pandomime bıraktı saltanatını. Ağlayamadı mutsuz
biten bir filmde başrol. Resimler sıradanlaştı. Bütün ressamlar canlı
renklerini kaybetti. Siyah kağıtlar üzerine siyah cümleler kazıdı bütün
şairler. Sahne çok üşüdü. Seyirciler izledi olan biteni, kanları donmadan. Alkışladılar
anlam veremedikleri tabloyu, yüzlerinde –aman- bozuntuya vermeyen tebessümleriyle.
Gözbebeklerinde saklayamadı bulutlar seni, ağladılar
sağanak. Bir tek doğa bilirdi ayrılığın bünyeye etkisini. Bir tek sonbaharda dökülen yapraklarına
çaresizce bakan ağaç hissetti ayrılık hızının dinmeyen rüzgarını. Vedanın sebep olduğu savruluşu rüzgar anladı
her lodosta.
Sığınağımın camlarına pusular kurdum bense, Odamın duvarlarına kazıdım ayrılığın
sırlarını. Acımı pay ettim sonbahar aylarına.
Acımasızdı doğa olayları, eş değer gördüm kendime. Çiviyi çiviyle
kanattım, kulaklarıma deep purple, “Soldier of fortune” fısıldarken. Levhalarımda sadece çivi alayının izleri
kaldı.
Son umudumla birkaç boy büyük aşk almıştım, seneye de
severim diye. Öyle büyüdü ki aşk’ım, yalnızlığımın sevecen kollarında. Hiçkimse
gözümde bu kadar büyüyemez ve bu aşk herkese bol gelir artık…
13 Temmuz 2014 Pazar
Hermosa
Sahil kasabasında umut bekçisi Hermosa.
Yatağının sol yanında, düşleri dökük bir abajur.
Sağ yanı yüzleşme salonu.
Hermosa,
Her alkolik gibi anestezi uzmanı.
Kış günlerinde donan umut sarmallarıyla sarmaş dolaş. Duvarında asılı
tabloda kan ağlıyor her kırmızı. Mavilerin faili ucuz boyalar, siyah bakıyor
tuali.
Çekmecesindeki makas menopoz erteliyor, intiharının son dileğiyse yaşamak.
Radyosunda yedi yirmidört bir ölüm virtüözü çığlık atıyor, tuşları bozuk,
duadan kapanan elleri yetişmiyor.
Tek zaferi farksız yenilgiler. Deniz suyundan tuzlu anatomisinde basmakalıp
düşünceler nefessiz kalıyor.
Sahil, soğuk mevsimlere küskün ya da mutluluk taciri insanlar sahile.
Düşüverse bulutlardan bir şimşek olup
Deniz koklar, yağmur yıkar pürüzsüz cesedini.. Düşünü verirse yağmura,
boğulur hıçkırığında, ölemez bile. Ellerinde, düşü tutsak Hermosa’nın, kendini
düşünüverse düşecek..
Ertelemelerden bir hayat, öten ciğerlerinde susuz kalmış bir piyano
senfonisi.
Sonbahara ait mahcup gülümsemeleri var Hermosa’nın, bir yağmuru terkedip gidemez.
Güneşe karşı büyüyen nefreti, kendini yaz’a bırakıp
gitmeye engel sıkı gururu var.
Kaçış yolu, mutluluğa açılan pencereleri daima parmaklık…
Günlerin her birinden tek tek kaçarken;
Yaz gelecek.
Sahilde, avuntu makyajlı oyunlarda kaybeden olacak Hermosa. Yalnızlıklardan
ördüğü tenini giyinmiş, ürkek dokunuşlarla rengini arayacak dikenler arasında.
Renkler ulaşılmaz, tel örgülerle kaplı.
Uçmak isteyecek hırsını sırtına bağlayıp.
Kanatlarının olmadığını ancak yıldızlara ulaştığında anlayacak.
Kanatlarının olmadığını ancak yıldızlara ulaştığında anlayacak.
Çırpınacak var gücüyle, göğün en yükseklerinde.
Ve,, yere çakıldığında;
Mevsim yeniden sonbahar..
Mevsim yeniden sonbahar..
11 Temmuz 2014 Cuma
Giriş Hutbesi
Bir önsöz, marş ve hoş geldin şarkısı.. Tanrı'nın tarihi geçmiş selam'ıyla,
kaybeden çocuklarına..Düşünme organı olarak karaciğerini kullanan, akciğerlerine dolan dumanlarla aşk yaşayan,
üzüntüleri midesine vuran -terimsel asla- irrasyonel insanlara..
Her sonun beter bir başlangıca gebe olduğu iklimsiz coğrafyamızda
nefes almaktan aciziz hepimiz. Kırılan kanatlarınıza telafi masajlar yapabilmek
için kovuldum tanrı'nın kollarından. Yalnızlığınıza ektim bütün rengi mat
çiçekleri. Tohumsuz, Yapraksız.
Kelebekten kısa olmasa da şekilsiz hayatlarımızın hayali soluk ve vücut sıcaklığımızdan soğuk gecelerinde hissedebiliyorum hepinizi.. Çocukluğumuza duyduğumuz özlem, şimdimizin ağzını sımsıkı kapatıyor, gözlerimiz gelecek zaman kiplerimize kapalı. Sessizliğimize gömüyoruz geleceklerimizden kopup düşen her saniyeyi. Çocukken uyutturucu olarak kullandığımız masallarımızı yalanlarla boyadılar. Büyüdük. Bundan sonra son sandığımız her uçurumun sonunda biraz daha öleceğiz. Birkaç milyon kere daha belki. Ölmeye ölmeden önce yaşamaya öleceğiz. Kuruyan dallarımızdan bir meyve, bir ses bekleyecek herkes. Hiçkimseyi umursamamaya devam edeceğiz, nefrete dönüşecek an be an. Şah damarlarımıza saplı her şarapnel gün aşırı kalabalıklaşacak.
Kelebekten kısa olmasa da şekilsiz hayatlarımızın hayali soluk ve vücut sıcaklığımızdan soğuk gecelerinde hissedebiliyorum hepinizi.. Çocukluğumuza duyduğumuz özlem, şimdimizin ağzını sımsıkı kapatıyor, gözlerimiz gelecek zaman kiplerimize kapalı. Sessizliğimize gömüyoruz geleceklerimizden kopup düşen her saniyeyi. Çocukken uyutturucu olarak kullandığımız masallarımızı yalanlarla boyadılar. Büyüdük. Bundan sonra son sandığımız her uçurumun sonunda biraz daha öleceğiz. Birkaç milyon kere daha belki. Ölmeye ölmeden önce yaşamaya öleceğiz. Kuruyan dallarımızdan bir meyve, bir ses bekleyecek herkes. Hiçkimseyi umursamamaya devam edeceğiz, nefrete dönüşecek an be an. Şah damarlarımıza saplı her şarapnel gün aşırı kalabalıklaşacak.
Umudumuz yok, evet. Ve bu şekilde aldığımız her nefeste elbet bir
gün umutlu insanlar olacağız umudunu taşıyoruz. Metanete perçinledik patlayan damarlarımızı.Yağmurlarda ıslatıyoruz benliğimizi, yeni bir
umut yeşerir diye.. Ama her seferinde yeniden yerçekiminin faulüyle düşüyoruz, tanrı görmüyor.
Tanrı bizden daha sağır, daha dilsiz. Açılan ellerimiz güneşe yakalanıyor,
parlayan kan kısıyor gözlerimizi biraz daha.
İltihaplı düşünceler midemizi bulandırırken bilinçaltımız düşüyor
üzerimize. Kaybettiğimiz düşü arıyoruz içinde, bilinçaltımız ören yeri, delik
deşik, kırık dökük, kan kan.. Çıkış yolu olmayan vedalar yazıyoruz kendimize,
oynayamıyoruz. Uzanamıyor ellerimiz vedalara. Elveda diyemiyoruz. Boka batmış
insanlarız. Tımarhane özlemiyle yanıp tutuşuyor ruhumuz. Park edemiyoruz hiçbir
psikolojiye..
Ölmeden birkaç saniye. Bazen huzura beş kala.
Perdeleri kapatıyoruz güneşe ve sıkıyoruz dişlerimizi..
Travmatik realitenin çığlıklarına yumulu gözlerimiz, dilek dilemek
riyakarca.
Dualar da yeni çağın masalları gibi, saf yalan ve hiç saf değil.
Kalbimizin kırıkları avuç içlerimizden taştığı gün,
Belki bir gün,,
Makas nabzımızı bileğimizden kontrol etmek ister,
Cesedimiz aldığı nefesi geri veremez, ve bizler, gerçek birer “ben” oluruz…
Eriyince
Biten bir masalın dönüşümsüz artıkları,
Şizofrenik çığlıklar.
6 Level.
Mart 2014'ten itibaren raflarda..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)