30 Ağustos 2014 Cumartesi

O kadar özgür ve o kadar tutsağım ki

İçine çektiğin an yerelere saçılan kıvılcımlar, üzerinde sessizce durduğun yolun doğruluğunu teyitliyor. Ya da elin kolun bağlıyken yanından süratle geçen vedaların rüzgarını.

Bana vicdan sesinle bakma, suçlu bakışlarınla tutma ellerimi, ayaklarımdaki şiirden prangaları çözmeye başla. Bırak, ben koşarken yerlere saçılan harfler kırılsın, darmadağın olsun. Yapıştırmaya çalışma.

Bulutları saklayan sis perdesi sahneden inerken,,
Mağduru oynayan dört duvara kurmuştum cümlelerimi. Üstüne alınma hiç.
Göz kapaklarını kıs biraz, kirpiklerini susuzluğun akışına bırak.

Sana gerçek özgürlüğü anlatacağım.

Pençelerini okşattıkça gözleri körelen metin bir güvercinin labirent özlemini,
Atmosferden kaçarcasına çırptığı kanatlarından damlayan kanı,
Haftanın günlerini öldürerek mevsim yaratmaya çalışan o çaresizliği, her şeye rağmen vazgeçmeyişini.

Yalnızlık,,
Özgürlüğün zirvesiyken aslında tutsaklığın da en kalın ve yüksek duvarlı, en gaddar hapishanesi olduğunu,
Hep arzu edilen, o göze muhteşem görünen özgürlüğe açılırken kanatlar,, gözlerindeki bağın çok uzaklarda düşüp gideceğini,
Geri dönmeye çalıştığında ise yolunun ömründen uzun olduğu gerçeğinin yüzüne çarpışını,...

Hepsini anlatacağım.

Ama önce bir sigara molası: O kadar özgür ve o kadar tutsağım ki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder