Evim bir katedral olabilirdi. Ya da duvarlarımdaki kutsal
şairlerin yazılarına dokunup ağlayabilirdi insanlar. Hac ibadetiniz için bana gelebilirdiniz mesela. Aynı anda birkaç kişiyi sorgusuz sualsiz konaklatabilirdim.
Ceplerine akan banknotları umursamayıp
Alkış tutsaydı hahamlar, imamlar, rahipler perde inerken gözlerime...
Papa’nın boynunda asılı haç’ın etime saplanıp çekilen o
kancalardan ibaret olduğunu kanıtlayabilseydim onlara,
Kalbimin çarmıha gerildiğini, saplı kancaların nasıl gezintiye çıkarıldığını gösterebilseydim sizlere -katalogtan seçtiğim sıra dışı mucizelerle- ve
De Sade ve Burroughs’un, hayatın kendisinden daha kötü olmadıklarına ikna olabilseydiniz eğer,,
Bukowski’nin elinde unutarak bitirdiği sigaraların, yarım
kalmış içkilerinin ve Yesenin’in sarkmış bileğinden dökülen şiirlerin,
Mayakovski’nin urganından damlayan kanın samimiyetini kutsal kitaplarınızdaki dökülen kanlarla mukayese edebilseydiniz bilhassa…
Evim, katedral olabilirdi.
Yanan ruhlarınıza söndürdüğünüz mumlar, burada, samimiyetin sıcaklığıyla
çıldırıp erir biterdi.
Ay, belki o zaman hem iyiye hem de kötüye olan kıskançlığından
ikiye ayrılabilirdi.
…
Kendini yeraltına hapsetmiş birinin size yalan söylemek için bir sebebi olamaz.
Yanmakla itham edemez sizi.
Yanmakla itham edemez sizi.
Dünya'dan daha güçlü bir alevin içine atıp, mızraklarla nabzınızı
yoklayacağını söyleyemez.
…
Peki ya siz,,
Peki ya siz,,
Hayatın içindeyken içten yaşayamadıklarınızı, hayatın dışında kaldığınızda
nasıl yaşayacaksınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder